Zamanda Yolculuk _ Kendinle Barışmak
Güncelleme tarihi: 18 Şub 2022
Benim için duygularımı farketmenin en etkili yolu yazmak oldu her zaman.. 2010 yılında sırf bu amaçla dışa kapalı bir blog kurup yazmaya başladım günlük gibi.. şimdi 11 yıl sonra geriye dönüp yazdıklarıma bakınca aynı anda hem ne çok yol katettiğimi, hem de -şiddeti azalsa da- tüm zorlanmalarım hala ne kadar aynı olduğunu fark ediyorum..
Kişisel gelişim yolculuğu çoğunlukla dalgalı, hatta spiral gibi ilerler. İnişler, çıkışlar, ilerleme ve gerilemeler hep iç içe, yan yanadır. bazen harika aydınlanmalar yaşarsınız, bazen de 10 yıl önce fark edip “hallettiğiniz“ bir konuyla bugün yine ilk defa karşılaşmış gibi şaşkınlık ve acemilikle uğraşırsınız.. işte bu yolda belki birilerine ilham olur, yalnız olmadığımızı hissettirir diye ara ara eski bloğumdan yazılar paylaşmak istiyorum. Bazen biraz kısaltarak, ama özünü, cümleleri değiştirmeden tam da o zaman yazıldığı şekliyle..
Serinin ilk yazısını içimdeki sesler korosu’ndan ilhamla seçtim, mini bir kendimle barışma öyküsü 😊 Belki yorumlarda bugünden bakınca konunun nasıl göründüğünü, sizlerin neler düşündüğünüzü de paylaşırız, ne güzel olur :)
15.05.2010
kendinle barışmak
İki gündür annemdeyim, burası gerçekten cennet gibi, her taraf yemyeşil, balkonda oturunca bakımlı büyük bir bahçeden başka bir şey görünmüyor, 10’dan fazla çeşit ağaç var, haliyle yeşilin, kırmızının bir sürü tonu da.. balkonumuzun baktığı bahçenin etrafı alçak bloklarla çevrili aslında ama etraf hep sakin, ne bir insan sesi var ne de araba, sadece kuş sesleri ve rüzgar.. ki benim gibi mecidiyeköy’de trafiğin ve kalabalığın göbeğinde yaşayan biri için bulunmaz nimet, insan burada sürekli hıdrellez gibi hissediyor.. tabi ağırlıklı olarak.. :) iki gündür öyle olamadı bana, kötü de değilim ama bi hissizlik vardı, daha doğrusu tatminsizlik, canım başka bişeyler istiyor, başka bi yerde olmak, başka bir şeyler yapmak, ama ne olduğunu da bilmiyorum.. bir taraftan haftaya vereceğim eğitim için hazırlanmam gerekirken hiçbir şey yapmamanın huzursuzluğu var, ama canım çalışmak da istemiyor, ben de her zamanki gibi o huzursuz boşluğu sigara ve kahveyle doldurdum, daha doğrusu denedim.. :) (bu arada eğer anda değilsem, o an fiziksel ya da ruhsal olarak başka bişeyler yapmaya ihtiyacım varsa sigara sayım da artıyor, dudak yemem de, bi bitse de gitsek modunda oluyorum, artık nereye gideceksem.. anda kalmaya ya da istemediğim yerde-koşulda bulunmamaya daha çok çalışmam lazım sanırım..bulunuyorsam da madem oradayım, o zaman direnmeyi bırakıp gevşemeye..) neyse, öyle saçma bir akşamdı, saat 2’ye kadar anlamsız anlamsız tv’ye baktım, sonra yattım.. sabah yine kuş sesleri ve annemle babamın şakalaşmalarıyla uyandım, ne güzel diye düşündüm, ama yine tam hissedemeden.. dur dedim modumu yükselticem, kahvaltıda kısık sesli bir müzik açtım, yine hıdrellez manzarası karşısında oturup kahvaltımızı ediyoruz, tamam dedim bak nasıl gevşiyorum.. :) o sırada annem gördüğü rüyayı anlattı, rüyasında bir bebek var –o benmişim, öyle hissetmiş, ama aynı zamanda da kendi içsel çocuğuymuş tabi, biriyle ilgili bir şey hissediyor, görüyorsan aynısı sende de vardır çünkü- ve çocuk sağlıklıymış ama fiziksel olarak normal gelişimin gerisindeymiş, çok küçükmüş. Annem sürekli onu büyütmeye çalışıyormuş, tam büyüyormuşum bu sefer de baş aşağı bir çamura saplanmışım, nefes alamıyormuşum, annem oradan beni çıkarmış, temizlemiş, yine küçülmüşüm.. Esra dedi, demek ki bir şekilde ruhsal gelişimini kısıtlıyorsun.. hah dedim, tam toparlanıyordum, ne güzel moral oldu.. annem bu konuda çok başarılıdır, çok isabetli saptamalarda da bulunur ama öyle pat diye söyler ki bir anda öfkelenirsin, moralin bozulur.. ya da en azından bende öyle oluyor.. mesela klasik birkaç cümle; “Esra neden saçlarını sürekli bağlıyorsun, bu tutucu bir tavır değil mi, hayata karşı da tutucu musun acaba?”, “canım sivilce ilacı kullanacağına içindeki öfkeye çalış, bak yine patlamış öfken..”, “hayatında yaprak kımıldamıyor diye üzülüyorum Esra, kendini sevilmeye değer bulmuyor musun?” “neden o istedi diye hoşlanmadığın biriyle çıkıyorsun, onaylanma ihtiyacın mı var?” şöyle bir süzdükten sonra: “kuzen ne kadar havalı ve renkli giyiniyor dimi? (kendisinin de itiraf ettiği alt metin; siz neden öyle giyinmiyorsunuz, böyle çok sönüksünüz), “neden nasıl göründüğünüzle bu kadar ilgileniyorsunuz, her halinizle güzel olduğunuzu kabul etmeniz gerek”, “odana sürekli renkli bir şeyler alıyorsun, hayatının renksiz olduğunu mu düşünüyorsun?” “çok harcadınız, neden kendinizi eşyayla tamamlamaya çalışıyorsunuz?” “ neden kendinize şunu-bunu almıyorsunuz, içinizde layık olmadığınızı mı düşünüyorsunuz yoksa yokluk bilinci mi?” “yatarken neden odanın kapısını sıkı sıkı kapatıyorsun, kendini neden koruyorsun ya da nelere kapatıyorsun?” vs. vs.. ve mesajlar o kadar karışık ki insan hangisini dikkate alacağını da şaşırıyor, çok mu havalı görünmek zorundayım yoksa görüntü önemli değil midir, refah bilinciyle harcamalı mıyım, yoksa bu tatminsizlik mi, gerçekten annemin dediği gibi parlak bir varlık mıyım, yoksa korkuyla büzüşüp ışığımı söndürmüş müyüm, allahım neyim, ne yapmalıyım?? Tabii ki hepsi doğru aslında, ruhsal gelişim bana hep hafif sırat köprüsünü hatırlatmıştır, o taraf da değil, diğer taraf da, kendi dengeni bulman lazım.. yapma niyetine, motivasyonuna göre aynı şey –ve de zıttı- gerçekten ihtiyaç duyduğun şey de olabilir, egonu beslemek için bir diğer kaynak da… ve ben tabii ki hala sıklıkla yalpalıyorum, bi o tarafa gidiyorum, bir diğer tarafa, arada elbette denge de bulunuyor, ama sürdürmek için sürekli farkında olmak gerekiyor, ve sevgili annecim de sağolsun dengeden sapışımı hiç kaçırmıyor.. dediğim gibi söylediklerini dikkate alıyorum, bir kere her duyduğumda öfkelendiğime ya da üzüldüğüme göre mutlaka içimde bir karşılığı var söylediklerinin.. ama bunu kabul etmek insanın sinirlenmesine engel olmuyor işte, kabul etsen bile gördüğün şeyi düzeltmeden önce karşı tarafa bir çemkirmek istiyor insan “bana müdahale etme, bırak kendi hızımda ilerliyim, destek olmak istiyorsan daha az rahatsız edici yollar bul, biz buna inanmıyor muyuz, benim hayatımı senin istediğin gibi şekillendiremezsin, ancak sevgiyle destekleyebilirsin, ışık gönderebilirsin vs vs”.. Dediğim gibi – ve annemin de dediği gibi :)- ilk etapta bir öfke yükseliyor mutlaka, dışarı yansıtsam da, üst benim ya da süperegom (artık hangisiyse) “tetikleyene değil, tetiklenene bak Esra” diyip beni sustursa da.. tabi hangisini seçersem seçeyim içimdeki öfke bir anda dinmiyor, sadece birinde dışarıdan biraz daha olgun ve erdemli görünüyorumdur belki.. neyse yine sabah sabah öyle bi sinirlendirdi beni annemin karanlık rüyası.. tam anneme geçenlerde sevgili s’den duyduğum cümleyi satmaya hazırlanıyordum ki (koşmaya çalışan birini desteklemek için arkasından iteklemek hızlanmasına değil, düşmesine yarar gibi bir şeydi) annemin telefonu çaldı, konuşmaya başladı, sonra konuşarak içeri geçti, orada bir şeyler yapmaya başladı, duşa girdi falan, ben düşündüğümü söyleyemeden ortadan kayboldu yani.. ben de elime annemin kitaplarından birini alıp okumaya başladım, içinde ışık ve üstbenlik meditasyonları vardı. Okumak çok işe yaramadı, uygulamak lazım tabi… önce ışığı çağırdım, biraz oynadım onunla, bedenime hapsettim, dışarı yansıttım, işyerindeki sorunlu yöneticime gönderdim.. sonra kitaptaki gibi üstbenimi çağırdım, tam olarak neye çalışacağımdan emin değildim. Geçen hafta, bu bloğa yazmaya başlamadan önce değişim dönüşümü hayatıma çağırmak ve buna izin vermek için çalışmıştım, neyle destekleyeyim diye düşündüm, sonra düşündüm ben gerçekten ortaokuldan beri sivilcelerimden rahatsızım, ve gerçekten bir türlü dışa da yansıtamadığım bir öfkem var ve bu yüzden kendimi –fiziksel olarak olmasa, ya da en azından öyle görünmese de- herkese ve Allaha kapatıyorum, direniyorum.. reiki yaparken de öfkemi bırakıyorum desem bile içerde bir şey direniyor, onu bırakmak istemiyorum.. annem istediği kadar öfkene çalış desin, başka her şeye çalışıyorum da onu hep geri bırakıyorum.. tamam dedim o zaman, bugün bunu bırakmaya karar veriyorum.. nasıl yapacağım hakkında bir fikrim yok tabi, yılların yandaşı olmuş bana, ama karar vermek de bir başlangıçtır, bunu artık üstbenime havale ediyorum dedim, ve içimdeki öfkeyi ışığa dönüştürebilmek için ondan yardım istedim, ve bu sefer gerçekten içten olarak izin verdim.. zihnime önce babamı çağırdım, ondan özür diledim, onu affettim, yollarımızı – daha doğrusu bağlarımızı- sevgiyle kestim, sonra annem ve ablam, sonra da gıcık yöneticimle.. hala gıcık diyorum ama şu an kabul etmenin de ötesinde net olarak biliyorum ben ışımayı sürdürdükçe ya onunla ilişkim düzelecek, ya da yöneticim değişecek.. yine de kararımın göstergesi olarak kendisine artık sadece s.t. diyim ben.. :)
Neyse sonra baktım, güzel gidiyor, ama yine bir şey, hem de en önemli şey eksik, kendimi çağırdım huzura, şu öfkeli, ağlayan veçhemi.. bir an o kadar tezat göründü ki gözüme, ben meditasyonun etkisiyle ışıkla dolmuşum, sevgi dolu ve huzurlu hissediyorum, zihnimde gerçekten parlıyorum, ama o yıkık dökük ve alabildiğine öfkeli.. onunla konuşuyorum, biz biriz diyorum, şimdiye kadar sana böyle hissettirdiğim için senden özür diliyorum, ve senin bana yaşattığın tüm olumsuzluklar için seni affediyorum..çünkü biz biriz ve ikimiz de kendimizi korumak adına böyle davrandık, kendi en yüksek hayrımız için, ama barışırsak her şey çok daha kolay ve güzel olacak, birlikte yaratıcaz istediğimiz her şeyi.. o hala öfkeli, itiyor beni, git diyor, sana ihtiyacım yok, ama ağlıyor bi taraftan.. hatırlıyorum bu duyguyu, şu babamla yaşadığım duygu yine.. diğer veçhem sinirli bana, öfkeli, ama aslında gerçekten sevgime ve desteğime ihtiyacı var.. ama söylemeyi gururuna yediremiyor, itiyor beni, reddediyor, ama daha bunu yaparken bile köprüleri atmaya çalıştığı için pişman ve üzgün ve kendine de öfkeli.. susuyorum ki kendini ifade etsin. ağlıyor biraz, sonra yere oturup uzanıyor, yorgun düşmüş.. kitapta okuduğumu yapıyorum, yani sadece ışık gönderiyorum, başka hiç bir şey yapmadan, söylemeden.. uykuya dalıyor ve olduğu yerde yerde gevşiyor biraz.. o an gerçekten sevgi ve şefkat duyuyorum ona. Sonra uyanıyor yavaşça, öfkesi ve ağlaması dinmiş, ama hala ürkek, sanki gelişmelerden mutlu ama bi anda az önceki halini silip de bırakamıyor kendini, yüzünde hala hafif küskün, ne gülen ne ağlayan bir ifade – bu hissi de tanıyorum tabii ki, çocukluk fotolarımın çoğunda duruyor hala..- gülümsüyorum, hadi diyorum, gel artık.. geliyor yavaş yavaş, yanımda duruyor, ama duruyor sadece.. tekrar söylüyorum ona, biz biriz, ayrı değiliz ki, neden seni sevmeme izin vermiyorsun? Gözleri doluyor, nasıl yapacağımı bilmiyorum diyor.. sarılıyorum ona sonunda.. o sırada küçük kız çocuğu veçhem de geliyor, onu kucağına alıyor öfkesi dinmiş ben, ama küçük kızın ifadesini, hissini alamıyorum.. yine de sarılıyorum ikisine de, üçümüz sarılıyoruz ve haha, bir oluyoruz.. :) üst benimi de çağırıyorum, biz, bedenim, tüm hücrelerim, tüm veçhelerim, hepimiz sana ihtiyaç duyuyoruz, bize katıl, bize rehberlik et.. senin sevgine ve desteğine ihtiyaç duyuyoruz, ve buna izin veriyoruz.. bizi sevmene, yol göstermene İZİN VERİYORUZ.. burası hala çok içselleşmiş değil sanırım, ama talebim kesindir, ilk adımı attım ve inanıyorum ki kendi hızıma göre en yakın zamanda kendiliğinden yol almaya devam edicem.. sonra beyaz bir kağıt aldım yine hayalimde ve yazmaya başladım; “ben esra ataoğlu şimdiye kadar yaşadığım tüm deneyimlerimin sorumluluğunu üstleniyorum.. iyi ya da kötü, hepsini benim yarattığımı ve hepsinin gelişimime hizmet ettiğini kabul ediyorum. Kendimi tüm hatalarım için affediyorum, ve yarattığım, yaratıyor olduğum tüm güzellik ve ilerlemeler için kendime teşekkür ediyorum, kendime şükrediyorum.. ve bu andan itibaren gelişim yolunda şimdiye kadar bana öğretmenlik etmiş olan öfkemi ve direncimi ışığa çevirmeye niyet ediyorum. Ben artık kendimi evrenin desteği ve sevgisine açıyor ve bu destekle ilerlemeyi seçiyorum.. ben beni seviyorum.. bana bunu sürekli hatırlatması, sevgisi ve desteği için üst benliğime tam yetki ve izin veriyorum.”
Allahım, hıdrellez geri geldi, hayat yeniden çok keyifli.. kitabı tekrar elime aldım, gözlerimi kapadım, “evet sevgili üstbenim, bana ilk vermek istediğin bilgi ne? şu an neyi duymaya ihtiyacım var?” dedim ve kitaptan rastgele bir sayfa açtım. Başlık: “büyümenizi hızlandırmak” :) hem anneme hem bana bir teyit, gidip anneme sarıldım, “bunları düşündüm sen rüyanı anlatınca, ama sonra bunları yaptım ve bak ne oldu, artık sana da direnmiyorum” dedim, kahkaha attı tombulum, sarıldık durduk öyle.. :)
Ps: bu arada seriyi annem ve ben olarak devam ettirecektim ama en azından şimdilik gerek kalmadı, zaten aslında her şey sadece ve sadece “ben ve ben” değil mi.. :)